“Keşanlı Ali Destanı” Kime Aittir? Etik, Bilgi ve Varlık Üzerine Felsefi Bir Okuma
Bir filozofun gözünden baktığımızda, her eser yalnızca bir sanatçının ürünü değildir; aynı zamanda bir çağın düşüncesinin, bir toplumun bilincinin ve insanın varoluş çabasının ifadesidir. “Keşanlı Ali Destanı” sorusu bu nedenle yalnızca bir sahiplik sorusu değildir. Evet, bu destansı oyun Haldun Taner’e aittir. Ancak daha derin bir düşünsel düzlemde, bu eser kime “ait” olabilir? Belki de her bireyin içinde yaşadığı adalet arayışına, güç ilişkilerine ve etik ikilemlere…
Bu yazı, “Keşanlı Ali Destanı”nı yalnızca bir tiyatro eseri olarak değil, aynı zamanda bir felsefi deneyim olarak ele almayı amaçlıyor. Çünkü sanatın özü, bilmek (epistemoloji), var olmak (ontoloji) ve doğruyu yapmak (etik) arasındaki gizli köprüde saklıdır.
Etik Açıdan: Adaletin Maskesi ve Ahlaki Sorumluluk
“Keşanlı Ali Destanı”, bir cinayetin ardından kahramanlaştırılan sıradan bir insanın öyküsüdür. Ancak bu kahramanlık, gerçek bir erdemin değil, toplumsal bir yanılsamanın ürünüdür. Etik açıdan bu durum, büyük bir soruyu doğurur: “Bir insan, toplumun gözünde iyi görünüyorsa, gerçekten iyi midir?”
Haldun Taner bu soruyu ironinin keskin diliyle ortaya koyar. Keşanlı Ali, sistemin adalet üretemediği bir dünyada, halkın adalet özleminin sembolüne dönüşür. Toplum, kendi eksik hukukunun yerine bir mit yaratır.
Bu etik ikilem, Aristoteles’in “erdemli insan” anlayışından Sartre’ın “varoluşun sorumluluğu” ilkesine kadar uzanır. Çünkü Taner’in karakteri, iyi olmayı seçmemiştir; toplum onu iyi ilan etmiştir. O halde şu soruyu sormak gerekir:
— Ahlaki doğruluk, bireyin eyleminde mi, yoksa toplumun inancında mı saklıdır?
Epistemolojik Perspektif: Gerçeği Kim Tanımlar?
Her bilgi bir güçtür ve “Keşanlı Ali Destanı” tam da bu gücün nasıl üretildiğini sorgular. Toplum, medyanın, söylentilerin ve kolektif hayal gücünün yönlendirmesiyle kendi “gerçeğini” yaratır. Burada epistemoloji —yani bilginin doğası— sahneye çıkar.
Haldun Taner, bu oyunda bilginin manipüle edilebilirliğini gözler önüne serer. “Gerçek” artık tanıkların değil, anlatının kontrolündedir. Toplum, hakikati değil, duymak istediği hikâyeyi kabul eder. Bu da Platon’un “mağara alegorisi”ni hatırlatır: Gölgelere bakarız ve onları gerçek sanırız.
O halde şu soruyla karşılaşırız:
— Gerçeği gerçekten mi biliyoruz, yoksa yalnızca ona inanmaya mı ihtiyaç duyuyoruz?
Bilgi, burada bir aydınlanma aracı değil; toplumsal düzeni sürdürmenin bir aracına dönüşür. Bu yönüyle Haldun Taner, modern insanın epistemolojik krizine ışık tutar. Çünkü bugün de “hakikat” çoğu zaman en yüksek sesle konuşanın elindedir.
Ontolojik Düzlemde: Var Olmak, Görünmek ve Rol Yapmak
“Keşanlı Ali Destanı”nın ontolojik gücü, varlık ile görünüş arasındaki farkta yatar. Ali, sahici bir kahraman değildir; ama toplum onu öyle görmek ister. Bu noktada ontolojik bir sorgulama başlar: “Bir insan ne zaman var olur?”
Sartre’a göre insan, seçimleriyle var olur. Ancak Keşanlı Ali, toplumun biçtiği rolü oynar. O, kendi varlığını yaratmaz; kendisine verilen kimliği yaşar. Bu, modern insanın varoluşsal trajedisidir. Taner’in ironisi, bu trajediyi toplumsal bir mizaha dönüştürür.
Ontolojik olarak bakıldığında, “Keşanlı Ali Destanı” sadece bir karakterin değil, bir toplumun varoluş biçiminin de yansımasıdır. Toplum, kendi değerlerini bir figür üzerinden somutlaştırır; ama o figür gerçekliği değil, temsili taşır.
Burada şu soruyu sormak kaçınılmazdır:
— Var olmak, kendi benliğini inşa etmek midir, yoksa başkalarının gözünde bir imgeye dönüşmek mi?
Sanat, Felsefe ve İnsan: Haldun Taner’in Düşünsel Mirası
Haldun Taner, “Keşanlı Ali Destanı”yla yalnızca bir tiyatro yazarı değil; bir düşünce mimarı olarak da karşımıza çıkar. Eseri, bireyin ahlaki sorumluluğunu, toplumun bilgi üretim süreçlerini ve varlık algısını aynı anda sorgular.
Bu anlamda Taner, etik (iyi), epistemoloji (bilgi) ve ontoloji (varlık) üçgeninde modern insanın dramını sahneye taşır. Her seyirci, bu oyunda bir parçasını bulur: Kimimiz yargılayan halkız, kimimiz masum sanığız, kimimiz de yalnızca seyredeniz.
Sonuç: “Keşanlı Ali Destanı” Kime Aittir?
Evet, yanıt basit görünebilir: “Keşanlı Ali Destanı” Haldun Taner’e aittir. Ancak daha derin bir düzlemde, bu eser her dönemin adalet arayan insanına, kendi gerçeğini sorgulayan topluma ve kendi varlığını anlamaya çalışan bireye aittir.
O halde felsefi bir soru ile bitirelim:
— Bir eser, yalnızca onu yazanın mı, yoksa onu anlayanın da mıdır?
Belki de “Keşanlı Ali Destanı” tam da bu yüzden bir “destan”dır: Çünkü o, hepimizin içindeki kahramanı, suçluyu ve sorgulayan filozofu aynı sahnede buluşturur.