Gözgöze Bitişik mi? Toplumsal Mesafe, Cinsiyet Rolleri ve Bakışın Sosyolojisi
Bir sosyolog olarak insanların birbirine nasıl baktığına, bakışın ne zaman kaçınıldığına ve ne zaman sürdürüldüğüne dikkat etmek; toplumun görünmez kurallarını okumak gibidir. “Gözgöze bitişik mi?” sorusu yalnızca dilbilgisel bir merak gibi görünse de, aslında bireyler arası etkileşimin, güç ilişkilerinin ve kültürel kodların tam merkezinde duran bir sorudur. Çünkü “göz göze gelmek”, sadece fiziksel bir eylem değil, sosyal bir temastır — bazen bir meydan okuma, bazen bir yakınlık, bazen de bir sınır ihlali.
Bakışın Toplumsal Anlamı: Gözden Gelen Güç
Toplumlarda bakış, tarih boyunca bir güç göstergesi olarak kabul edilmiştir. Egemenin bakışı, hükmetmenin; sevgilinin bakışı, bağlılığın; yabancının bakışı ise tehdidin sembolüdür. Bu yüzden her toplum, bakışın süresini, yönünü ve bağlamını belirleyen kurallar üretmiştir.
Bazı kültürlerde doğrudan göz teması saygısızlık olarak görülür; bazı toplumlarda ise samimiyetin bir göstergesidir. Türkiye gibi kültürel olarak çok katmanlı toplumlarda “göz göze gelmek”, hem duygusal hem de toplumsal bir olaydır. Bu yüzden “Gözgöze bitişik mi?” sorusu, bir kelimenin yazılışından öte, sosyal mesafeyi ne kadar iç içe yaşadığımızın da bir metaforudur.
Erkeklerin Yapısal, Kadınların İlişkisel Bakışı
Toplumsal cinsiyet rolleri, göz temasıyla kurulan iletişimi bile biçimlendirir. Erkekler genellikle yapısal işlevlere odaklanır; bakış onlar için bir kontrol, bir değerlendirme aracıdır. Bir erkek, toplumsal normların öğrettiği üzere, bakışını “otorite” olarak kullanır. Göz teması kurmak, çoğu zaman bir “güç testi”nin parçasıdır.
Kadınlar ise bakışı ilişkisel bir dil olarak kurarlar. Onlar için göz teması, bağ kurmanın, empati oluşturmanın bir aracıdır. Bir annenin çocuğuna bakışı, bir arkadaşın onaylayıcı ifadesi ya da bir sevgilinin sessiz gülümsemesi, hep bu ilişkisel derinliğin yansımasıdır. Kadınların bakışı temas kurar, erkeklerin bakışı sınır çizer.
Bu fark, sadece bireysel eğilim değil; yüzyıllar boyunca toplumsal rollerin biçimlendirdiği bir davranış kodudur.
Kültürel Pratiklerde Bakışın Sınırları
Kültür, neye, ne kadar ve nasıl bakabileceğimizi belirler. Geleneksel toplumlarda bakış, “ayıp” ya da “tehlikeli” olarak kodlanmıştır. Özellikle kadınların uzun süreli göz teması kurması, yanlış anlaşılmalara yol açabileceği düşüncesiyle bastırılmıştır. Bu durum, kadınların kamusal alandaki görünürlüğünü ve söz hakkını dolaylı biçimde sınırlar.
Erkeklerde ise tersine, göz teması kurmamak “zayıflık” göstergesi sayılır. Bu da onların duygusal iletişimini kısıtlar, bakışlarını yalnızca rasyonel ve soğuk bir araç hâline getirir.
Modern kent yaşamı bu dengeleri kısmen değiştirse de, bakışın sosyolojisi hâlâ geçmişten taşınan kalıplarla örülüdür. Metroda göz göze gelmemek, iş yerinde göz temasını “profesyonellik” sınırlarında tutmak ya da dijital çağda bile çevrim içi bakışlarla — yani kamera gözleriyle — mesafe korumaya çalışmak, hep bu görünmez normların ürünüdür.
“Gözgöze Bitişik” Olmak Ne Demek?
Dilbilgisel olarak “göz göze” ayrı yazılır; ama sosyolojik olarak “bitişik”tir. Çünkü iki bakış birbirine değdiğinde, kelimelerin kuramayacağı kadar derin bir bağ kurulur. Gözler konuşur, değerlendirir, affeder ya da yargılar.
Bu yüzden “gözgöze bitişik mi?” sorusu, aslında “toplumsal olarak birbirimize ne kadar yakınız?” sorusunu da içinde taşır.
Bir toplumda insanlar birbirinin gözlerine uzun süre bakabiliyorsa, o toplumda güven vardır. Aksi hâlde bakışlar kaçar, yüzler eğilir, ilişkiler yüzeyselleşir. Göz teması, toplumsal dayanışmanın da bir ölçüsüdür.
Sonuç: Gözgöze Gelmek, Bir Toplumsal Cesarettir
“Gözgöze bitişik mi?” sorusunun cevabı yalnızca dilin değil, toplumun kalbinde saklıdır.
Evet, dilbilgisi açısından ayrı yazılır; ama sosyal olarak bakışlar hep bitişiktir — birbirine dokunan, sınırları aşan, bazen korkutan ama her zaman anlam taşıyan bir temas biçimidir.
Bakış, hem bireyin kimliğini hem de toplumun ruhunu yansıtır.
Erkekler bu bakışı yapı kurmak için, kadınlar ise ilişki kurmak için kullanır.
Ve belki de en büyük sosyolojik görevimiz, bakışlarımızı yeniden birleştirmektir — yargılamak için değil, anlamak için.
Okuyucuya çağrı: Sizce bugün hâlâ gözgöze gelmek bir cesaret mi, yoksa bir alışkanlık mı?
Toplumsal olarak “gözgöze” mi yaşıyoruz, yoksa birbirimizin gözlerinden mi kaçıyoruz?